70’lerin festival ruhunu, özgürlüğünü ve sınırsızlığını çok seven Berrak Tüzünataç’ın burcu bu ara çalışma ve üretme evresine girmiş durumda.
Bir kadının gözlerinin içi biraz fazla güldüğü zaman ilk etapta vardığımız sonuç bellidir: “Kesin aşık.” Ne yalan söyleyeyim Berrak Tüzünataç’ı aralara ışıltı attırdığı saçlarını bir yandan diğerine savurup kocaman gülümserken görünce benim de aklımdan bunlar geçti: “Havada aşık kadın mutuluğu var.”
Taşlarını özenle, yavaş yavaş döşediği oyunculuk yolunda geldiği noktanın ona verdiği tatmin diyelim kısaca. Yarım saatlik bir kız-kıza sohbetin ardından çıkan bu.
Aralarda minik dedikoduları, gülüşmeleri ve yapılan planları saymazsak evet Berrak bu ara işine aşık. TRT’nin geçen yıl olay yaratan, bir Hollywood yapımı tadındaki Osmanlı polisiyesi Filinta’nın yeni sezondaki önemli transferi. Üstelik üstlendiği öyle bir rol ki onu azıcık zorluyor.Halinden çokça memnun. Dövüş sahneleri için ders alıyor, at biniyor, ezber yapıyor.
Yeni ismi Farah. “Karakterimi çok sevdim. Farah çok özel bir karakter, çok özel bir fırsat. Bunun çok farkındayım ve şükrediyorum” diyor.
Dizinin çekimlerinin yanında bir Alman gişe filmi olan Nick of Duty için İstanbul-Almanya arasında gidip geliyor Berrak. Film yeni yılda gösterimde olacak.
Bitmedi. Bir de geçen günlerde gazetelere de yansıyan İranlı yönetmen Shahram Alidi’nin yeni filminde üstlendiği rol var. Alman fimi ne kadar gişe içinse Alidi’nin filmi o kadar festival ruhunda.
Kendi hayatım söz konusu olduğunda da bir yere bağlı olmayı sevmem, farklılıkları denemek isterim. Farklı ülkelerde oyunculuk yapmak da bu yanıma çok uygun. İstediğim, hayallerini kurduğum bir şeydi. Gerçek oldu.
Ben sınır fikrine uyumlu biri değilim. Limitlerle meselem var. Bir dünya vatandaşı olarak sürdürebilmek istiyorum ömrümün kalanını. Bunun için de işimi farklı ülkelerde yapabiliyor olmak gerekiyor tabii.
O yüzden açılan bu kapılar benim için çok kıymetli. Devamının gelmesi için de elimden geleni yapacağım” derken bundan sonrası için de farklı deneyimlere açık olduğunu belirtiyor.
HADİ GEL BEBEĞİM, ATEŞİMİ KÖRÜKLE...” Berrak çekim sahnesinde elinde mikrofon 70’lerden bir Doors klasiği Light My Fire’ı mırıldanıyordu. Tam siyah-beyaz bir film karesi gibiydi. Duruşu, gülümsemesi, şarkı söylerkenki tavırları gerçekten de bir festival kızı gibi. Siyah-beyaz bir Roskilde fotoğrafına yerleştirsek asla sırıtmayacak cinsten. Ve bingo. Kendisi de bunun çok farkında.
“Benim ruhum 70’lerde kalmış” diyor. “Belki de gerçekten o festivallerden birine katıldım. Sonra yıllar geçti ve başka bir hayatta karşınızdayım. Böyle bir şeyler olmalı. Çünkü gerçekten yılların müziğine de modasına da kendimi çok çok yakın hissediyorum.”
Bu yıl 70’ler modasının çok ön planda olması değil ona bunları söz ettiren. Beş yıl önce de yüksek belli jean pantolonları, süet püsküllü ceketleri ya da uzun çiçekli elbiseleri sevdiğinden söz ediyor.
Uzun bacaklarına özellikle bu çizmelerin çok yakıştığını söylememe bilmem gerek var mı? Peki ya gardıroba yapılacak ekler yok mu? “Deri, pol paça pantolonlar çok iyi duruyor. Bir de süet ceket alacağım,” diyor...