Şükrü Özyıldız Haber Türk gazetesine verdiği röportajda samimi açıklamalarda bulundu!
Özcan Deniz’in senaryosunu yazıp yönettiği ‘Sevimli Tehlikeli’ filminde başrolü üstlenen Şükrü Özyıldız, çekimlerde hiç dublör kullanmadığını ve bunu saygısızlık olarak gördüğünü anlattı. Yakışıklı oyuncu, utanınca yanaklarının kızardığını söylerken, aşka dair de iddialı cümleler kurdu
Şükrü Özyıldız ile Nişantaşı’nda buluştuk. Önce sohbet ettik sonra da fotoğraf çekimi için kendimizi Nişantaşı sokaklarına attık. Bir ara sevimli Cansın ile tanışıp sahibinin izniyle birlikte fotoğraf çektirdik. Birkaç kare de Levant’ta aldık. Şükrü Özyıldız’ın farklı hayat hikâyesi ve samimiyeti beni etkiledi. Bakalım siz nasıl bulacaksınız?
‘Sevimli Tehlikeli’de seyirciyi masalsı bir hikâye bekliyor sanırım. Masalsı bir hikâyeden daha fazlası var. Benim canlandırdığım karakterin hikâyesini anlatayım. İstanbul’da bir çete tarafından kullanılıp yasadışı işler yaptırılmış bir çocuk var.
Sonra çete çöküyor, o çocuk büyüyor ve yaptığı işlerin ne kadar kötü sonuçlar doğurduğunun farkına varıyor. Büyük pişmanlık duyuyor. Telafi etmek için Tanrı’dan bir dilekte bulunuyor.
Hayat da ona yaptığı en büyük yanlışı düzeltmesi için bir fırsat sunuyor. İçinde çok fazla aksiyon sahnesi de var. Dram sahnelerinde kanırttık, komedi sahnelerinde çok eğlendik. Fragmanlarda, ‘Bu film henüz sınıflandırılmamış’ derler ya, benim için de öyle.
Sizin küçükken masal kahramanınız kimdi? Çok masallarla ilgilenemedim. Çocuk yaşta kendi isteğimle mobilyacılık yapan babamın yanında çıraklık yapmaya başladım. Daha gerçek şeylerle oynadım ben.
Siz sevimli mi tehlikeli misiniz? Aslında ikisi de. İlk zamanlar filmin ismine önyargı ile yaklaşıyordum. Daha oturaklı olabilirdi diyordum ama şimdi isminin tam oturduğunu düşünüyorum.
Aksiyon sahnelerinin çekimlerinde, birçok kaza atlattınız. Yara izleri kaldı mı? Kaldı (ayağındaki izleri gösteriyor.) Kaçma-kovalama sahnesinde, bütün güvenlik önlemleri alınmasına rağmen benim büyük sözü dinlemememden ötürü bir kaza oldu.
Kaçma sekansım bitmişti, her yerde tele kameralar olduğunu bildiğim için, kestane arabasının üstünden atlamam güzel bir görüntü olabilir diye düşündüm.
Ama orayı da hiçbir tele kamera çekmiyormuş. Yorulduğum için yeteri kadar zıplayamadım ve ayağımı arabanın kenarına çarptım. Başka bir sahnede de kaburgam çatladı.
Çekimlerde neden dublör kullanmadınız? İstemedim. Kendini tehlikeye atmıyorsun ama dublör senin yerine tehlikeye atılıyor. Bu da bana çok saygısızca geliyor. Senin hayatın değerli de, onun ki değil mi? O yüzden sete dublör geldiğinde utandım ve kendimi kötü hissettim.
Özcan’la hafif bir tartışmamız da oldu. Kendim oynamak istedim. O da tabii tedirgin oldu, bana bir şey olmasından korkuyordu. Çok da yoğun bir programımız vardı. Benimki, rolümü kimseye emanet etmeme özverisi, biraz da insani açıdan bir hamle.
Bu kararlılığınızı bütün projelerde gösterecek misiniz? Mesleğime saygımı hiçbir zaman yitireceğimi sanmıyorum. Gişeden beklentiniz ne? Bu aslında sadece oyuncunun kaygısında değil. Bir dizi tutmadığında da, ‘O oyuncunun dizisi tutmadı’ oluyor ama bu tamamen ekip işi. Bunun müziği, yönetmeni, kurgusu var. Ben gişenin sadece yüzde 10’una etki edebilirim.
Çocukken, hayalinizde hangi meslek vardı? Lise yıllarında ya bilgisayar mühendisi ya da oyuncu olmak istiyordum. Ancak hayat şartları bana, ‘Üniversiteyi kazan, masterini yap, bir işe gir ya da kendi işinin başına geç düzenli bir hayatın olsun’ dedirtti. Ama sonra farklı bir şeyler yapmak isteyip hayallerimin peşinden gitmek istedim.
Her şeyden, hatta kendimden bile sıkıldığım bir dönem yurtdışına gittim. Orası beni değiştirdi. Kaçtım ve kendimi buldum. Cesur bir insan olarak ülkeme döndüm. Bir dakika, sırayla gidelim. Türkiye’de üniversite sınavına girdiniz. Hangi bölümü kazandınız? İTÜ Gemi Makineleri Mühendisliği’ni kazandım. Hızlı bir tercih yapmıştım, İzmir’de oturuyorduk, oradan da sıkılmıştım.
Neydi İzmir’de sizi bu kadar sıkan? Her şey aynı geliyordu. Bir de ben hiperaktifim, bu klinik bir teşhis. (Gülüyor) Sürekli yeni bir şeyler öğrenmem, görmem ve gitmem lazım. Ufkumu genişletmem gerekiyordu.
Sonra ne oldu? İTÜ’yü yarım bıraktım. Denizcilik benim beklediğim gibi değilmiş. Askeri nizam vardı, ben ona da gelemiyorum. Bir de sefere çıkıyorsun 6 ay gelmiyorsun. Ben bunları düşünmeden, tercih yapmıştım. O hayatı istemedim. Sonra tekrar üniversite sınavına girdim.
İzmir’de babamın işlerine de yardımcı oldum ve Ege Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazandım. 2. öğretimde, gündüzleri babamın yanındaydım, akşamları okula gidiyordum. Sonra biraz kafa dinlemek için yurtdışı programı ayarladım ve Portekiz’e gittim.
‘Rüyamda kamera açısını değiştiriyorum’ Rüyalarınızı yönlendiriyormuşsunuz doğru mu? Evet, nasıl oluyor bilmiyorum ama rüyamda kamera açısını falan değiştiriyorum. (Gülüyor) Bazen rüyada olduğumu anlıyorum ve ondan sonra her şey çok güzel ve eğlenceli oluyor.
Gezdim ve dövüştüm. Küçükken, hiperaktifliğimden dolayı, enerjisini atsın diye beni dövüşe yazdırdılar. Karate ve tekvandoya gittim. İyi bir ‘muay thai’ ve ‘jiu jitsu’ dövüşçüsü oldum. Kafes dövüşü, illegal bir şey değil. Bunun federasyonu da var. Kafes dövüşünün Avrupa’daki merkezi de Portekiz’dir. Orada iyi bir dövüş kulübü buldum. İdmanlara çıktım ve birkaç müsabakaya katıldım, kazandım.