"Yaşananlar iki ağaç meselesi değil!"

* Kartvizitinde ne yazar Lütfü Akdoğan’ın; kimdir, ne iş yapar? - 63 yıllık meslek hayatımda hiçbir zaman kim olduğumu öğrenemediğim için bunu cevaplamam biraz güç olacak.

* İsterseniz yardımcı olayım, “Kralların Kralı” diyorlar size? - Yahu bir tek “Kralların Kralı” mı? Efsanevi gazeteci, Ortadoğu uzmanı, Türkiye’nin ilk savaş muhabiri sıfatlarını teslim ettiler zamanla. O da yetmedi, “Krallara, başkanlara yön veren adam” oldum. Hatta bir ara “Petrol kralı” sıfatını verdiler.

Ee tamam işte kartvizit doldu. - Dur daha bitmedi. Gazetecilik serüvenim boyunca benim gibi “kafatasçı”ya Arap, Ermeni, Alevi, Kürt yakıştırmasında da bulundular. * Durun bir saniye, kafatasçı mı? - Yahu o işin şakası ama elbette milliyetçiyim, Türk’üm ve Türk’lüğümü hiçbir şeye değişmem ama aslına bakarsan bugün Fransız’ı da, İngiliz’i de, Amerikan’ı da kafatasçıdır bir nevi.

* Neyse biz sizin kim olduğunuzda kalmıştık... - (Gülüyor) İnanır mısın, kendimle baş başa kaldığımda daha dün 20 yaşındaydım, nasıl bugün 83 oldum diye hayret ediyorum. Aynaya baktığımda hâlâ 20 yaşlarındaki polis-adliye muhabiri Lütfü’yü görüyorum.

* Ben size baktığımda bir tarih görüyorum halbuki. - Ee göreceksin tabii ki, ne de olsa 63 yıllık çileli bir geçmişin yükü var üzerimde. Keşmir’de, Golan yamaçlarında, Kuneytra’da, Süveyş’te, Sina’da, Gazze’de ve Cezayir’de yanımdan vızıldayarak geçen kurşunlar adeta arkadaşım olmuştu bir dönem.

* Bir savaş muhabirinin mesleki deformasyonu... - Bunlar ne ki? Beyrut’ta, içinde bulunduğum araçta Suriyeli eski bir bakan ile şoförü gözlerimin önünde kanlar içinde can çekişerek öldü. * Hem bedeniniz hem ruhunuz yaralı anlaşılan. - Olsun varsın, savaşlarda aldığım her türlü yara benim madalyamdır.

* Nasıl oldu da hiçbir şahit olduğunuz olay sizi döndürmedi yolunuzdan? - 5-6 yaşlarındayken o zamanlar Fransızlar’ın hakim olduğu Hatay’ın Samandağı Köyü’nde işkenceye maruz kalan, dayak yiyen, sırtına postallar indirilen bir çocuğu kolay kolay yıldıramazsın.

* Her şekilde “yola devam” diyorsunuz yani. - Öyle diyordum ama 4 Nisan 2013’te hiçbir şekilde hiçbir yerde konuşmamak, basına ve televizyona çıkmamak üzere jübilemi yaptım. * Öylesine mi muhabbet ediyoruz yani? Röportaj değil mi bu? - Ee sevildiğini bil işte.

* Ne yapacaksınız peki bu veda busesinin ardından? - Telefonun, televizyonun, basının, hatta elektriğin bile olmadığı bir yerde yaşamak istiyorum. * Hoppala! Neden bu inziva hevesi? - Çünkü artık benim devrim tamamen kapanmıştır. Osmanlı’nın mirası olarak elde etmiş olduğum kültürümü, edebimi, adabımı, ahlakımı çevremde maalesef göremiyorum. İslami adap bile kalmadı.

* Ne demek şimdi bu? - İslamiyet’in kendine has bir terbiyesi ve güzelliği vardır ama bundan bile uzaklaşıldığını görüyorum. İnan ki utanarak söylüyorum, haftada bir gün Eyüp Sultan’a gitmeme rağmen bir seneden beri camide namaz kılamıyorum. Evimde kılıyorum tabii ki, ancak camiye gittiğimde yanımdaki adam bana çarpıyor, bir diğeri arkaya doğru itekliyor.

* İnsanların değişen tavırlarından şikayetçisiniz yani? - İslamiyet tamamen yanlış anlaşılıyor Türkiye’de. Kimse bana kızmasın ama bugün bu ülkede din ticareti yapılıyor. Hatta bununla da kalınmıyor; Alevilik, Kürtçülük, Atatürk ticareti karşımıza çıkıyor. En aklımın almadığı da fukaralık ticareti yapan zenginler.

* Susuyorum ve sizi dinliyorum. - Az önce bahsettiklerim neyi gösteriyor biliyor musun? Türkiye’nin köklü bir devrime ihtiyacı var. Bugün sokaklarda gördüğüm insanlar 46’dan beri yapılan sokak nümayişlerinde gördüklerimin farklı versiyonu.

* O zaman gelin hem anılarınızda bir tur atalım hem de o günlerden bugüne neler değişmiş bir görelim. - Üç ciltlik “Krallar ve Başkanlarla 50 Yıl” kitabımda toparlayabildiğim serüvenim, yaşadıklarımın yanında bir nokta bile değil. Anılarımın hangi birini anlatsam ki sana? Kaç sayfa olacak bu röportaj? * Siz başlayın, gerekirse yazı dizisi yaparız.

- Öyle olsun. 1946’da Türkiye, San Francisco ve Yalta Konferansları’nda paylaşılmak istenmişti. Yine bu sıralarda Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Moskova Büyükelçimiz Selim Sarper’e 1920’lerde yapılan bazı antlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söylemiş. Ancak bu duyum Ankara’da; Rusya, Kars-Ardahan dahil iki-üç antlaşmanın iptalini istiyor diye anlaşılıyor ve sonra ne oluyor biliyor musun? Hükümet “Ruslar, Kars-Ardahan’ı istiyorlar, komünizm geliyor!” dedi.

* Bütün bunların sebebi bir yanlış anlaşılma mı? - Saf saf konuşmayı bırak. Hükümetteki tedirginliği fırsat bilen Amerika, San Francisco Konferası’nda Ruslar’ın sadece Kars-Ardahan’ı değil, Boğazlar’ın yönetimini de istediğini söyleyip bizi pompaladı. Bir de tam o sırada, vefat eden büyükelçimizi özel bir askeri gemi ile buralara kadar yolladılar.

* İyi niyetten değil sanırım... - Yorumu sana kalmış. Amerika bunların ardından Marshall Planı adı altında bir de bize 200 milyon dolar verince, ikili antlaşmalarla kucaklarına oturuverdik.

Sizler de sokaklara dökülüverdiniz. - Tabii canım. Ben o zamanlar öğrenciydim, okul müdürü bile “Komünizm geliyor, sizi sokaklarda görmek istiyorum” dedi, biz de çıktık Taksim Meydanı’na. * Hepsi de “kötü çocuk” Amerika’nın suçu, öyle mi?

- Bu sorunu şöyle cevaplayayım, iddia ediyorum ki 1950’den beri Amerika’dan icazet almayan bir başbakan olmamıştır bu memlekette. * Biraz ağır olmadı mı? - Hafif bile. Bu güzel ülkemde 44 hükümetin hepsinden çektiğim manevi işkence ve karşılaştığım tüm olayları anlatamam inan ki... O sırlar benimle mezara gidecek ancak.

* Kızgınsınız... - Kızgın mı? 46’dan bugüne kadar ülkeyi idare eden 44 hükümetten, bu hükümetlerin antidemokratik yöneticilerinden ve aynı zihniyetteki bürokrasisinden davacıyım. Yanlış duymadın, İsmet Paşa’dan, Menderes Hükümeti’nden, 27 Mayıs Hükümeti’nden, 12 Mart 1971 Muhtırası’nı verenlerden, Nihat Erim’den, koalisyonlardan, Ecevit’ten, Yılmaz’dan, Tansu Hanım’dan, vekillik ve danışmanlığını yaptığım aile dostum,

Cumhurbaşkanı Sayın Demirel’den, nihayet Recep Tayyip Erdoğan’dan davacıyım. Üstelik bir kere değil bin kere davacıyım. * Sanıkları öğrendik, bir de dava gerekçelerini sıralasanız. - Az önce saydığım hükümetleri yönetenlerin çoğu yazılarımı beğenmeyip telefonlarımı dinledi. Zaman zaman beni sorguladı, takip etti, hatta hapse attı. Üstelik bunlardan muzdarip tek kişi ben değildim. Ancak ben hâlâ ülkem, bayrağım, vatandaşım, kardeşlerim, hürriyet, adalet ve eşitlik diye haykırıyorum.

* “Gerekirse yine sokaklara çıkarım” diyor musunuz? - Çıkarım tabii, iki gündür Taksim’dey-dim. Yeri gelmişken bugüne kadar sessiz gördüğüm ve kendilerine karşı görevimi tam olarak yerine getirmediğime inandığım gençlerden özür dilemek istiyorum.

* Bir aydınlanma yaşamış gibi konuşuyorsunuz. - Hem de nasıl. Sarıyer’de yürürken yanıma 18 yaşlarında bir genç kız geldi ve yakama yapışıp “Siz niye Taksim’de değilsiniz?” deyiverdi. Şaşırıp kaldım.

“Ayıptır koca adamın yakasına yapışmak” diye mi düşündünüz? - Hiç ayıp değil hem de... İnan ki kendime geldim o gencin sayesinde.

* Sonra da ver elini Taksim. - Bizleri çok aşmış, muhteşem ve hiç beklemediğim bir gençlikle karşılaştım orada. Memleketine sahip çıkan bu çocuklara hayran kaldım.

* Son olaylara dair bir çözüm öneriniz var mı? - Tek çözüm istifa müessesesinin çalıştırılmasıdır. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir kardeşim. Millet sokağa dökülmüş mü? Dökülmüş. “Ben daha fazlasını sokağa dökerim” diyerek bu işi çözemezsiniz; çünkü siz, böylesine pırıl pırıl gençleri sokağa çıkaramazsınız.

* Sokaklar daha da karışır mı? - Bak sana bir örnek vereyim. 12 Eylül İhtilali olmuş, bütün partilerin kapatılma kararı alınmış, Sayın Süleyman Bey’in evinde oturuyoruz. Kendisine dedim ki “Sokağa çıkalım, halk peşimizden gelecektir”. O ne dedi biliyor musun; “Sokağa çıkacak 9 kişi bile bulabilirsen, onların başındaki 10’uncu kişi ben olurum”... Artık sen ne anlarsan anla bundan.

* Ben anlamayayım da siz anlatın... - O zaman şöyle anlatayım. Farzet ki, Yunanistan bize harp ilan etti. O zaman Başbakan değil yüzde 50’yi, gerekirse 70 milyonu da sokağa döker. Ancak Gezi Parkı direnişi gibi böylesine anlamlı bir eyleme karşı belirli bir kesimi kışkırtıp sokağa döken yöneticiler, hep halkın kanıyla boğulmuşlardır.

* Ana muhalefet gibisiniz, yok mu Tayyip Bey’in beğendiğiniz bir tarafı? - Gelmiş geçmiş tüm başbakanlarımızdan daha iyi bazı özellikleri vardır ancak etrafı, danışmanları, hatta bakanları kendisini çok yanlış yollara sürüklemektedirler. Şu bir gerçektir ki 50 yıldan beri gelen hükümetlerde başbakanlar daima etrafındaki insanların hatalarının cezasını çekmişlerdir, onun için Sayın Başbakan’ın hiçbir günahı yoktur.

* Kendi seçmiyor mu ki etrafındaki insanları? - Rahmetli Menderes’i bu konuda uyardığımda, o da “Herkes benim zekamı takdir ediyor, niye etrafımı seçmekte isabetli bir karar verdiğime inanmıyorsun?” demişti. Üstelik sadece Menderes değil, rahmetli İsmet Paşa da dediklerime kulak vermedi. Demirel’e konuyu açtığımda ise “Menderes doğruyu söylemiş” cevabını aldım.

* Peki ya bugün? - Sayın Başbakan’ın geçmişten ders alması lazım. Ben onun yerinde olsam ayda bir kere gider Güniz Sokak’ta Sayın Demirel ile kahvaltı yaparım. Unutmamalı ki her bakan ve danışman bir başbakanın sadece sekreteridir. Hiçbiri onun adına konuşamaz. Mesela “Başbakan’ı kimseye yedirtmem” diyen danışmanı gibi... Başbakan’ın yakın çevresindeki hiç kimse hangi şartlar altında olursa olsun “Yedirtmeyiz” gibi affedilemez bir kelime sarf edemez.

Demirel’e bu kadar yakınsınız, Cumhurbaşkanlık dönemi bittikten sonra tekrar siyasi arenaya dönmek istemedi mi hiç? - Demirel’in Cumhurbaşkanlığı görev süresi 16 Mayıs 2000’de sona erdikten bir yıl sonra Türkiye’nin çeşitli kurum ve kuruluşlarından farklı diyebileceğim fikirlere sahip kişiler yeni bir parti kurmak için harekete geçti.

* Hangi parti bu? - Ne kuruldu, ne de ismi konuldu. Yeni partinin kurucular listesini sunma görevi bana verildi. Şaşıracaksın ama o listede Bülent Arınç dahil şimdiki AK Parti’nin içinden en aşağı 50-60 isim bulunuyordu. Gel gör ki bu kişiler 3 Kasım’da AK Parti listesinden parlamentoya girdiler. * Ne oldu da kurulamadı bu parti?

- Süleyman Bey, “Lütfü kesinlikle bir daha siyasete girmem. Düşünülen partinin göbeğini kim kesmek isterse kessin” dedi. Şöyle bir anımsıyorum, kimler yoktu ki o partinin listesinde. * O zaman siyasi partiyi bir kenara bırakalım. Çok tartışılmasına rağmen neden uzatılmadı Demirel’in görev süresi?

- Maalesef kurduğu partinin genel başkanı ve “eski kızı” diye anılan Tansu Çiller ile yakın çevresi görev süresinin uzatılmasını istemeyenler arasında yer alıp muhalefetle işbirliği içine girdiler.

* Neden? - Kimden ve neden intikam almak istedikleri, bu tavırları anlaşılır gibi değildi. * Demirel ile bu kadar yakın iki dostken 12 Eylül döneminde de görüşebildiniz mi?

- 12 Eylül 1980 darbesinin pardon ihtilalinin yapıldığı gün yurtdışındaydım. 12 Eylül kanlı ve karanlık bir dönem olarak tarihimizde yer alacak çünkü adı üzerinde askeri bir müdahaleydi ve hukuku yoktu. Bu rejimin ülkede yarattığı insanlık dışı trajedilerden bahsetmezsek olmaz. Bak Hitler 2. Dünya Savaşı’nı çıkardı, 15 milyon insanın ölümüne sebep oldu, binlerce insanı fırınlarda yaktı.

* Siyasi tarihin arka odasındayım sanki... - Saddam 1,5 milyon insanın ölümüne sebebiyet verdi. Belçika Kralı milyonun üstünde Afrikalı’yı katletti, öldürülenlerden 500 bin kişinin kafa derilerini diri diri yüzdürdü. Fransa, Cezayir’de bağımsızlık isteyen halka ateş açtı, 150 bin kişi bir meydanda öldürüldü.

* Maalesef uzar gider bu örnekler hocam... - Anlatmak istediğim iki-üç idarecinin, bir parmak işaretiyle milyonlarca insanı nasıl öldürdüğü... Amerika bugüne kadar 22 ülkeye girip çıktı, 15 milyon kişinin ölümüne sebep oldu.

* Nasıl son bulur bu global kan davası? - Birleşmiş Milletler’in, ülkeleri yönetenlerden 6 ayda bir akıl sağlığı raporu istemesi gerekmez mi?

* Kim sunacak bu teklifi? - Orasını bilmem ama bu düşünceyi hiç yabana atma. Tarihte görüldüğü gibi pek çok akıl hastası diktatör ve yönetici, milyonlarca insanın acımasızca öldürülmesinde insafsızca rol almıştır.

* Bir Ortadoğu uzmanı olarak, Suriye ile her geçen gün gerginleşen durum nereye varır dersiniz? - Bu bölgede bir araştırma yaptığınızda, milyonlarca Türk kardeşimizle karşılaşırsınız. Tarihimiz, dinimiz, kültürümüz ve yemeklerimiz bile ortak. Hatta Esad’ın şu anda oturduğu koltuğun ilk sahibi de bir Türk’tü.

* Bunu her duyduğumda bir kez daha şaşırıyorum. - Suriye’nin en önemli cumhurbaşkanlarından biri, aydın Türk diplomatı Suphi Bereket’ti. Kendisi eski Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun kayınpederi olur. Ayrıca Bereket, Mekteb-i Sultani (Galatasaray) ve Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezunuydu. Anlayacağın tüm bu sebeplerden dolayı Suriye’yi her zaman küçük bir kardeşimiz olarak görmeliyiz.

* Çanlar Esad için mi çalıyor son zamanlarda? - Kimdir Esad? Suriye Devleti’nin başkanı. O halktan kim sorumludur? O ülkenin başkanı. Soruyu yanlış sordun. Asıl soru bizim neden Esad’ın iç işlerine karıştığımız olacaktı. Bu konuyu henüz çözmüş değilim; çözecek akıl ve dehaya da sahip değilim...

* Kaddafi, Saddam, Mübarek... Üçünü de yakınen tanıdınız. Size göre bu sonu hak ettiler mi? - Aralarından Kaddafi’yi sevmesem de hiçbiri bu sonu hak etmedi. * Kaddafi ile niye yıldızınız barışmadı?

- Kendisi benimle görüşmek için bir yıl uğraştı. Sonunda Libya’ya gittiğimde beni havalimanında karşıladı ama ertesi gün Kaddafi’yi adam yerine koymadan, herkesten habersiz tekrar havalimanının yolunu tuttum. Trablus’un dışına giden ilk uçağa atladım. İnan nereye gittiğimi umursamadım bile. Tek isteğim oradan bir an önce ayrılmaktı.

* Ne korkuttu sizi bu kadar? - Allah’tan başka kimseden korkmam. 5 yaşında Fransız çizmesi altında büyüyen adam kimden korkacak? Herkes benden korksun. Kaddafi’nin söylediklerini ve konuşma tarzını beğenmedim. Türkiye’nin sınırlarına kadar uzanan birtakım art niyetli hayalleri vardı.

* Ortadoğu’yu nasıl bir gelecek bekliyor? - İleriki yıllarda 100 parçaya bölünebilmesi muhtemeldir. Yani Ortadoğu 100’e yakın eyalete dönüşebilecektir. Maalesef bu parçalanmayı önlemek mümkün olmayacaktır. Bir başka deyişle Ortadoğu, Birleşik Devletler haline gelecektir.

* Peki ya Türkiye? - Herkes aklını başına toplamalı. İktidar ve muhalefet, kışkırtıcılıktan uzak, hayatlara müdahale etmeyen, halkı birleştiren ve kardeş topluluk haline getiren tutum içinde olmalı. Bizi felakatlerin bekleyebileceği durumlara yol açmayalım.

* Allah korusun. - Ben sana olasılıkları sayıyorum ama emin olduğum bir şey var ki bu konuda tarih de benim yanımda. * Neymiş o?

- 46’da gençleri sokağa döken iktidar, 50’de yok oldu gitti. 50’de aynı hataya düşen iktidar, 60’a kadar dayanabildi. 60’ta gelen, yıl 1970 olduğunda tarihe karıştı. Dikkat edersen, askeri rejimler bile sokaklardaki gençlik hareketlerinin sonucunda yok olup gitmişlerdir.

* Yıllardır Ortadoğu’yu çevrenizdekilere öğrettiniz peki siz Ortadoğu’dan ne öğrendiniz? - Oturduğun koltuğa güvenme, köşkten hapishaneye inilir, hapishaneden köşke çıkılır. Kanla gelen, kanla gider. İhtilalle gelen, ihtilalle gider. Zulümle gelen, zulümle gider.

* Size göre Gezi Parkı eylemlerinde gençleri sokaklara döken nedir? - Sakın kimse bunu iki ağaç meselesi olarak ele almasın. O ağaçlar yalnızca bardağı taşıran son damladır. Siz asgari ücreti bu kadar düşük tutarsanız, 2,5 milyona yakın lise ve üniversite mezununu sokaklarda işsiz olarak dolaştırırsanız, bir de o insanların özgürlüklerini kısıtlamaya teşebbüs ederseniz, bu sokakları zaptetmeniz mümkün olmayacaktır.

* “Gezi Direnişi”ne Lütfü Akdoğan ne isim koyuyor? - 10 savaş, 20 ihtilale şahit olmuş Lütfü Akdoğan diyor ki, bu Türkiye’nin pırıl pırıl gençlerinin devrimidir. * Yeni bir dönem mi başladı? - Daha başlamadı. Gençliğin bu direnişi yeni dönemin ayak sesleridir.

* Peki ya provokasyon iddiaları? - Sokaktaki aklı selim gençler buna izin vermeyecektir. Ayrıca Allah’a inandığım gibi hiçbirinin herhangi bir partiyle de ilişkisi olmadığına inanıyorum.

* Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? - 6-7 Eylül olaylarında biz hakim olamadık sokaklara, yağmacıların eline bıraktık. Bugün de aralara yağmacılar, hırsızlar karıştı elbet ama bugünün çocukları onlara göz açtırmadılar, açtıracağa da benzemiyorlar.

Ve şunu belirtmek isterim ki en ufak bir cam kırıldıysa, en ufak bir taş atıldıysa, bunun sebebi o gençler değildir. İşgal kuvvetlerini temsil eden bir güçmüş gibi bu gençliğe saldırılması çok çirkin.

Bu magazin haberleri de ilginizi çekebilir: