'Kayıp Şehir' dizisiyle adını duyuran, yeni başlayacak olan 'Poyraz Karayel' dizisinde de başrol oynayacak olan İlker Kaleli, samimi açıklamalarda bulundu.
* “Poyraz Karayel”le setlere döndünüz. Neydi size bu proje için “evet” dedirten? - Bu işi kabul etmemdeki en önemli neden, hikayenin ilginçliğiydi... Aksiyon, komedi ve dramı dengeli şekilde harmanlayan bir hikayesi var. Bu nedenle çok geniş bir kitleye hitap edeceğini, izleyicinin çok beğeneceğini düşünüyorum.
Ayrıca canlandırdığım Poyraz karakteri de en az hikaye kadar ilginç. Haftalar geçtikçe bu garip adamın nerelerden geçip hayata nasıl tutunduğunu görecekler.
* Nasıl biri bu “garip” Poyraz? - Anne babasını küçük yaşta kaybetmiş, polis akademisini birincilikle bitirmiş, yıllarca polislik yapmış. Başından bir evlilik geçmiş ve bir oğlu olmuş. Ancak iftiralara maruz kalması nedeniyle meslekten ihraç edilmiş. Anlayacağınız hayatın içinde tek kalmış, kimseye de derdini anlatamamış biri...
Her şeye rağmen oğlu için hayata tutunmaya çalışıyor. Geçmişinden defolar olan ama bunun intikamını almaya uğraşan biri değil. Aksine hayata çok ilginç bir yerden bakıyor, biraz da hayatla dalga geçmesini bilen bir adam.
* Sizi hep sıra dışı rollerde görüyoruz. Bu tarz rollerin adamı mısınız? - Aslında bunu arada sırada ben de düşünüyorum. Antikahramanları oynamayı çok seviyorum; itilmişleri, tutunamayanları, öteki olmuşları... Çünkü bu karakterler çok daha ilginçler. Oynayacağımız karakterin ne olduğu üç aşağı beş yukarı senaryoda bellidir.
Önemli olan o rolün içini doldurup, içini beslemek... Senaryo bazen buna el vermeyebilir ama el verdiğinde de oynadığınız karakterin arızasını bulup çıkarmak çok önemli ve zevkli bir şey bence.
* Rolünüze nasıl hazırlandınız, hangi yönlerini ön plana çıkarmaya çalıştınız mesela? - Her karakter için yaptığım standart bir çalışma söz konusu... 80 soruluk bir listem var, oynadığım her karakter için bu sorulara yanıt veririm.
* O soruları siz mi hazırladınız? - Bir kısmını okuldayken öğrenmiştim bir kısmını da ben ekledim. Bu soruları cevaplayınca, oynadığınız karakterin ruhuna doğru bir yolculuk başlıyor. Böylece karaktere dair senaryoda yazmayanları bulmaya başlıyorsunuz. Yaklaşık bir haftada bu soruları yanıtlıyorum.
* Peki soruları yanıtladıktan sonra nasıl bir yol izliyorsunuz? - Planlama ve düzen kısmı bitiyor, fiziksel yolculuk başlıyor. O sorular bana çok rehberlik yapıyor. Karakterin bana benzemeyen özelliklerini çok iyi anlamamı sağlıyor. Bir oyuncu oynadığı her rolle, keşfetmediği bir yönünü fark ediyor.
* Çekimler nasıl gidiyor? - Çok yoğun ve yorucu... Çok tatlı bir setimiz var, çok hızlı kaynaştık.
* Bu üçüncü diziniz ve hepsi de Kanal D’de yayınlandı... Bu bir tesadüf mü? - Bu durumdan çok memnunum, Kanal D ile güzel bir ilişkimiz var. Karşılıklı olarak samimiyet ve iyi niyetimizin farkındayız. Onlar işime ne kadar sahip çıktığımı, ne kadar tutkuyla çalıştığımı biliyorlar, ben de onların kalitesinin farkındayım.
* 18 yaşınızdan beri yalnız yaşıyormuşsunuz... Yalnız yaşamanın artı ve eksileri nedir? - Bireysellik ve tek başınalık çok önemli bir şey. Tek başına olduğunun farkına ne kadar erken varırsan karakterin, vizyonun, hayata bakışın o kadar sağlam olur. Şu anda “Ben” dediğimde bunu dolu dolu söyleyebiliyorum. O kadar korunaklı büyümek zorunda mıyız? Bu tarzda büyümek bize ne kattı? Sosyolojik açıdan topluma baktığımızda arzu ettiğimiz bir sonuçla mı karşı karşıyayız, ben bundan pek emin değilim.
Çünkü hayal gücünüzü geliştiriyor. Bunun oyunculuğumu çok beslendiğimi söyleyebilirim. Londra’ya gitmeden önce Türkiye’de yalnız olduğumu düşünürdüm ama asıl yalnızlığı başka bir ülkede yaşayınca gördüm. Gurbet lafı boşuna çıkmamış.
* Oradayken neleri özlediniz? - İlk 8 ay hiçbir şeyi özlemedim. Ama sonrasında Türkiye’deyken aklıma bile gelmeyen şeyleri özlemeye başladım.
* Mesela? - Konuşmayı, derdimi Türkçe olarak birine anlatmayı... Hissetmeyi ve paylaşmayı... Türkiye’deyken Türkçe müzik dinlemezdim, Londra’dayken Türkçe müzik dinlemeye başladım. Favorim de Duman grubuydu...
* Yalnızlığa bu kadar alışkınsanız, evlilik sizi zorlar bana kalırsa... Ne dersiniz? - Doğru, zorlanırım... Bir gün evlenirsem, mutlaka kendi özel alanlarım olsun isterim. Bence bu her evlilikte olmalı zaten. Kendi alanlarımızı feda ettiğimiz için ilişkiler kısa ömürlü oluyor. Birbirimizi çok çabuk tüketiyoruz. Oysa insanlar birbirlerine alan bırakırsa, aralarındaki sihir de bozulmaz.
* Müzikle de oldukça ilgilisiniz ileride albüm çıkarmayı düşünüyor musunuz? - İçimden gelirse neden olmasın... Ama pek öyle bir niyetim yok. Diziden sonra albüm çıkarayım, sonra spor yorumculuğu yapayım, olmadı bir de yemek programı sunarım tayfasına katılmak istemiyorum.
Gitar, piyano, davul, perküsyon çalıyorum ama sırf bunu yapıyorum diye albüm çıkarmaya niyetlenmem. Türkiye’de müzik anlamında çok yetenekli insanlar var. Dizideki popülerliği kullanıp bunu müzikte kullanmanın pek adil olacağını düşünmüyorum. Bir insanın tutku duyduğu tek bir işi olur. Evet müziğe karşı da çok tutkuluyum ama oyunculuk beni seçti.
* Motosiklet tutkunuzla da tanınıyorsunuz, ne zamandan beri motosiklet kullanıyorsunuz? - 16 yaşımdan beri... 18’imde de ehliyetimi aldım. O gün bugündür, hava şartları el verdiği sürece ulaşımımı motosikletle sağlıyorum. Hız tutkum yoktur, sadece rüzgarı hissetmeyi severim. İnsanlardaki otomobil merakını da anlayabilmiş değilim. İstanbul trafiğini tek çözecek olan şey, motosiklet.